XIII - ‘Kafesin biri, kuş aramaya çıktı.’
- Ozge Meral
- 9 Tem
- 9 dakikada okunur
Lisedeyken annemin her yıl kendi moda anlayışına uygun şekilde dizayn ettiği odamın duvarına bir tahta kalemi yardımıyla bir cümle karalamıştım: Kimseye olmadığım kadar kendime aitim.
Annem duvardaki yazıyı görünce küçük bir sinir krizi geçirmiş ve durumu değiştirebileceğini düşündüğü babamı aramak için telefona uzanmıştı.
Bazen sadece bir hata yapmamı beklediklerini düşündüğüm anlar olurdu. Sonsuz sıkıcılıktaki hayatımızın tek aydınlık anları Eftalya'nın taşkınlıkları, dediklerini duyar gibiydim.
Ben onlar için hep bir utanç kaynağıydım.
Oysa duvara mühürlediğim cümle ne ailemi çileden çıkarmak için yazılmıştı ne de onlara bir mesaj vermeye çalışıyordum.
Tüm mücadelem kendimleydi. Nefes aldığım ve nefes almamanın yollarını düşündüğüm her gün için bir hatırlatma. Bu hayatın bana ait olduğuna dair ıslak bir imza.
Teklifimi dillendirdiğimden beri Kesik'in yüzüme takılı kalmış bakışları bana bu cümleyi yeniden bir duvara yazma isteğini doğurdu.
Sanki beni alıp bir kutuya kapatmamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Belki de beni bir kartpostal gibi buzdolabının üzerine asar ve varlığıma orada olduğumu unutana dek alışırdı.Oysa ben hatırlanmak istiyordum. Beni kaldırıp atamayacakları kadar orada, onlarda olmak istiyordum.
"İşleri senin için daha da kolaylaştırmaya çalışacağım," dedim rahat bir tavırla durumun kontrolünü üzerimde tutmak için. Bir heykel gibi hareketsiz duran bedeninin etrafından dolanıp onlarca kitap, kirli bardak ve ıvır zıvırın dolu olduğu masamdan not defterimi ve tükenmez kalemimi aldım.
"Müzakere etmeye başlamadan önce senden biraz indirim bekliyorum," Kaşlarımı hafifçe kaldırıp kalemimle aramızdaki boşluk arasında bir işaret çizdim. "Malum artık ortak sayılırız."
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedi sanki zorlukla nefes alıyormuş gibi ağır aksak bir şekilde.
"Bir iş görüşmesindeyiz, elbette oturup seninle fiyatın üzerinden bir anlaşma yapacağım. Kusura bakma ailemin durumu iyi olabilir ama ben eli sıkı biriyim."
Sanki ben zaten bildiği bir fıkrayı anlatmışım gibi dudaklarında zoraki bir gülümseme filizlendi. Ardından eliyle çenesini sıvazlayıp gülümsemesini tatsız bir kahkahaya çevirdi. "Sen ciddisin."
"Yer altı dünyasına adım atıp herkese çocuklarına hamile olduğumu söyledim. Neredeyse olmayan mal varlığımdan yedi bin sterlin daha eksiye girecektim. Tabi ki ciddiyim."
Duruşu değişmedi ancak bu gece yaptığım şeyi hatırlatmak gözlerinin rengini yeniden o tatlı sütlü kahveye çevirdi. "Ejder sadece bir sivrisinek."
Belki kapısında kilit olmamasına rağmen kulesinden çıkmaya bile çalışmayan bir prensesi kurtaran prens değildim ya da büyükannesine bir sepet dolusu yemek götürmek için karanlık bir ormanda yolculuğa çıkan küçük masum kırmızı başlıklı kız da değildim ama bu gece kesinlikle ipleri elime almıştım. Büyükannem yemeğini eve sipariş edebilirdi ve bir prensesi kurtarmak için daima bir prens ortaya çıkardı; dünya ezelden beri var olan düzenine devam ederken bu kız büyük kötü kurdu bulmak için karanlık ormana dalmış ve kurdu ininden çıkarıp ayaklarına kadar getirtmişti.
Tuşe.
Koltuğa oturup not defterimde temiz bir sayfa açtım ve yazmak için dizlerime dayadım. Yazmaya başlamadan önce Kesik'in her hareketimi atmaca gibi izleyen bakışlarına karşılık verdim.
"Adam kaçırmanın ya da kaçırılan birini bulmanın şu sıralar kaça patladığını bilmiyorum o yüzden makul ol ve bana bir fiyat ver."
Bir omzunu arkasındaki duvara yaslarken kollarını göğsünde birleştirip rahat bir poza büründü.
Bakmamaya çalıştım ama takım elbisesinin kollarını geren şişkin pazıları ve buram buram odaya yayılan testosteronu beni ışığa çekilen bir ateş böceği gibi kıskıvrak yakaladı.
"Sana bir fiyat vermeyeceğim çünkü böyle bir anlaşma yapmayacağız."
Kalemimi tavrını onaylamadığımı gösterircesine üzerine doğru salladım. "Eğer tüm müşterilerine böyle yaklaşıyorsan finansal açıdan zor durumda olmalısın."
"Gerçekten beni kiralayabileceğini mi düşünüyorsun?"
Bakışlarındaki keskin alaya çenemi özgüvenle kaldırarak karşılık verdim. "Seni çoktan kiraladım bile. Sadece kendini ağırdan satmana izin veriyorum."
Gecenin başından beri ilk kez yüzünde gerçek bir gülümseme belirdi. Gerilen yanaklarına, ortaya çıkan temiz gülümsemesine ve ısınan gözlerine hayranlıkla baktım.
O gülümsemeyi çalmak ve kimsenin bulamayacağı bir yerde saklamak istiyordum. Böylece vicdan azabı duymadan tekrar tekrar ona sahip olabilirdim.
Gizli arzumu duymuş gibi keskinleşen algıları ile duvardan ayrılıp koca bir adımla dokunabileceğim kadar yakınıma geldi. Bir cellat gibi başucumda yükselen bedenine başımı geriye doğru atarak baktım. Şimdi ağırlığımla esneyen koltukta yüzüm neredeyse kasıkları ile karşı karşıyaydı.
İnanın denedim ama bu neon ışıklarla yanıp sönen bir tabelayı görmezden gelmek gibiydi. Üstelik renklere karşı her zaman bir bir zaafım olmuştu.
Bakışlarım kasıklarıyla buluştuğunda arka planda genizden gelen boğuk bir hırıltı yükseldi. Eli asi buklelerimin arasından önce yanağıma ardından nazikçe çeneme doğru bir yol izledi. Yüzümü görebilmek için başımı yukarıya doğru kaldırdı.
"Değerime de karar verdin mi?" Sesi daha önce hiç duymadığım kadar müstehcen bir tondaydı.
Teninin tenime dokunduğu her nokta usul usul karıncalanırken "Hala üzerinde çalışıyorum," diye mırıldandım.
Baş parmağı çenemde sabit kalırken işaret parmağı tüy gibi dokunuşlarla çenemin altını okşadı. Yüzünde muhakemenin izlerini taşıyordu: Ya beni öpecek ya da öldürecekti. Oysa ben siyah ve beyazla yetinmek istemiyordum; tüm palete sahip olmalı, renkleri açgözlülükle kullanmalıydım.
"Zekamla ilgili söylediklerini hatırlıyor musun? Kız kardeşimi bulmak için onu kullanmayacağımı düşünme. Riske edebileceklerimin sen de farkında olmalısın ki buradasın."
Onu açıkça tehdit ettiğim için çenemdeki tutuşunu sıkılaştırmasını, ifadesini karartmasını ya da kabzasını gördüğüm silahını başıma dayamasını bekledim.
Beklemediğim ise gözlerinde yakaladığım takdir dolu bakıştı.
"250," dedi.
"250 Bin Türk Lirası mı?"
Çenemi serbest bırakmadan önce hafifçe sıktı. "Dolar."
Başımı şokla koltuğun sırtına yasladım. "Hem katil hem de soyguncusun! Bende yıllardır asgari ücretle maaş alacağım bir mesleğim olsun diye üniversite okuyorum.”
Cebinden telefonunu çıkarırken tiratıma karşılık sessizliğini korudu. Ben ise hala dillendirdiği rakamın etkisi altındaydım. Böyle bir rakama sahip olsam hayatım boyunca bir daha çalışmaya ihtiyacım olmazdı: İstediğim yere gidebilir; istediğim kişi olabilirdim.
Tüm dikkati telefonunun ekranına odaklıyken merakla çehresini inceledim. Bu dünyada yeni olmadığını bilecek kadar yanında vakit geçirmiştim. Bu da yeterince parasının olduğu anlamına geliyordu: O halde neden bu işi sürdürüyordu?
Ejder Umman'ın bahsini ettiği Sırtlanlar'ın bununla bir ilgisi olabilir miydi? Belki bir bedel belki de borç.
Düşüncelerim zihnimde cirit atarken iki şeyden emin oldum: İlki bu işin sonunda karşımdaki adamın duvarlarını yerle bir edecektim ve orada bulacaklarım yıkımım olacaksa bile çoktan geri dönülemez noktayı geçmişim gibi hissediyordum. İkincisi ise tüm bunlarla baş edebilmek için yakıta ihtiyacım vardı.
Elimde telefonumla mutfağa doğru ilerlediğim sırada dikkatini yeniden üzerime çevirdi.
"Artık iş ortağı olduğumuza göre hakkımda bilmen gereken en önemli şeylerden ilki;" diye karşılık verdim sorgulayan bakışlarına. "Açken çalışamam."
***
Müstakbel katilim – yeni suç ortağımla dağınık salonumdaki çift kişilik koltukta karşılıklı oturarak bu akşam başka bir suçluya teklif ettiğim hamburgerleri yiyorduk. Ona vejetaryen burger söylerken kendime menüdeki en ucuz tavuk burgeri söylemek zorunda kalmıştım çünkü banka hesabım içinde et bile olmayan bir vejetaryen burgeri ödediği için sonunda intihar etmişti.
Burgerini titizlikle ve sessiz bir terbiyeyle yerken ısırdığı her lokmayı ve yüzündeki her duygu kırıntısını susuzluktan ölen bir çöl bedevisi gibi içtim. Çok değil, bir hafta önce beni kaçırdığı ve bana yemek pişirdiği geçmişimizin üzerinden aylar geçmiş gibi hissediyordum. Göğsümde ise anlam veremediğim bir baskı vardı. Yemeyi kestiğimi fark edip burgerinin son lokmasını çiğnerken sakince bana baktı.
Burgerimde daha fazla sos ve patates istediğim için onun tertemiz sofra adabına karşılık ben tam bir dağınıklık yumağıydım. Parmağıma damlayan sosu yalarken bakışlarımı bitirmediği patateslerine diktim.
"Ailen polise haber vermişler ancak soruşturma henüz açılmamış," dedi ben patateslerinden çaldığım sırada. Telefondayken haberleri kendi yöntemleriyle almış olmalıydı.
"Onlara polise gitmelerini ama her detayı vermemelerini ben söyledim," dedim çiğnemeye devam ederken. "Seni hemen bulabileceğimden emin değildim ve bana izlendiğimi söylediğin için ortalıkta devriye arabalarını ya da ifademi alan polisleri görmek işleri kızıştırabilirmiş gibi geldi."
Henüz sosa bulamadığım patateslerimden birini kaldırıp bir silah ile ateş ediyormuş gibi yüzüne doğrulttum ve ağzımdan bir 'buf!' sesi çıkardım.
"Ya planın işe yaramasaydı?" diye sordu az önceki şovumu görmezden gelerek.
Bir peçeteyle parmaklarımı ve muhtemelen sosun her yerine bulaştığı ağzımı temizlerken omuzlarımı silktim. "İşe yaradı sonuçta değil mi?"
Bu adamın söylenmeyenleri duyma gibi bir özelliği olmalıydı. İfadesi daha da keskinleşirken gözleri hafifçe kısıldı. "Eftalya, ne kadarını biliyorlar?"
Dikkatli bakışlarından kaçınıp "Tabi ki bilmiyorlar," diye karşılık verdim. "Yani...henüz."
"Neredeyse hiçbir şey bilmemene rağmen yarattığın kaos öyle büyük ki, engellenemez bir doğal afet gibisin." Sesindeki öfke tenimi pençeledi ama kanatmadı.
Yemeklerden arta kalanları toplarken muzaffer bir edayla gülümsedim. "Ben artık toplum için bir tehlike arz ediyorum. Bu yüzden iyi bir ikili olacağız. Ben beyin takımı olurken sen de havalı silahların ile gangstercilik oynarsın."
Gözlerinde yine aynı bakış belirdi ama bu defa beni öldürmeyi düşünmediğini anlayabiliyordum. Vücudu öne doğru eğildi, kahvelikleri şımarıkça gülümseyen yüz hatlarımı hafızasına kazımak ister gibi uzun uzun tenimde gezindi. Sıcak nefesini yanaklarımda hissettiğimde beklentiyle gözlerimi kapattım. Bu defa neyin geldiğini biliyor ve ilk kez hissettiğim bu arzuyu şehvetle kabul ediyordum.
Sıcak dudakları dudaklarım yerine çenemin kıyısına dokundu. Dilinin mahrem baskısıyla dudaklarımdan utanç verici bir ses yükseldi.
Ona karşı verdiğim tepkiler öylesine ham ve çıplaktı ki muhtemelen alnımda azgın ve bekar yazılı bir tabela asılı olmalıydı.
Mahrem dokunuşu öpücüğe dönüşmeden tenimden uzaklaştı. Gözlerimi açtığımda yanaklarım tepkim yüzünden çoktan kızarmaya başlamıştı bile.
"Yeterince iyi temizleyememişsin," dedi karanlık bir ifadeyle ayaklanırken.
Harika. Kötü sofra adabım hayatımın en şehvetli anlarından birini baltalamıştı. Somurtmamı gizleme gereği bile duymadan elimdeki çöpleri mutfağa sürükledim. Döndüğümde masamın kenarında durmuş aşk romanlarımdan birinin arka kapağını okuyordu.
Bir Mafya'ya Vuruldum: Gazap ve Yıkım II.
Favorilerimden biriydi.
"Sevdiysen okuman için ödünç verebilirim. İçinde öfke kontrol sorunları olan yakışıklı bir mafya, birbiriyle sidik yarıştıran bolca Neandertal ve yüz kızartıcı seks sahneleri var. Üçüncü kitabı da çıkmak üzere."
Kitabı parmaklarıyla ileriye doğru iterken hafifçe başını salladı. "Zihninin neden böyle çalıştığını şimdi daha iyi anlıyorum."
Yeniden not defterimin başına geçtiğim sırada dudaklarımdan bir itiraz nidası yükseldi.
"Ortağın ile ilgili bilmen gereken en önemli ikinci şey;" dedim olabildiğince sert bir tonlamayla. "Sakın. Kitaplarımı. Eleştirme."
Dudaklarında peyda olan gülümsemeyi saklama gereği bile duymadan masada karşıma oturdu. Nihayet karnım tok olduğu için gecenin başından beri planladığım gibi çalışmaya başladık. Ona kız kardeşimle ilgili bildiğim her şeyi aktardım. Tüm rutinlerini, konser programını, orkestrasında yer alan ve çevresinde olduğunu bildiğim herkesi listeledim. Kesik ise benim gözümden kaçırdığım ya da önemli olacağını düşünmediğim küçük detaylarla ilgiliydi. Kız kardeşimin sınırı geçmesinde yardımcı olan araçta bunlardan biriydi.
"Ofelya araba kullanmayı sevmez bu nedenle ailemin daima kullandığı taksi durağı ile çalışır. Ailem durağın sahibiyle arkadaş, bu yüzden duraktaki tüm taksiciler ailemi ve Ofelya'yı tanır," dedim dürüstçe. "O gece onu sınırdan kimin geçirdiğini bilmiyorum ama öğrenebilirim."
Verdiğim her bilginin ardından yaptığı gibi birilerine mesaj attı.
"Ekibine mi bilgi veriyorsun? Beni onlarla ne zaman tanıştıracaksın?"
Meraklı sorularıma mesajını gönderip telefonunun ekranını yeniden karartana dek cevap vermedi.
"Şimdilik verdiğin bilgiler bizi bazı kişilere ve bu kişilerde beni cevaplara götürecek. O yüzden kimseyle tanışmana gerek yok. Zaten bu işe yeterince bulaştın."
Gitmek için ayaklandığını görünce bilinçsizce ayaklanıp kendimi kapının önüne fırlattım.
"Kaybolan ve muhtemelen kaçırılan benim kız kardeşim. Beni bu işin dışında tutamazsın."
"Eftalya," diye seslendi kapıya- doğal olarak bana doğru adımlamaya devam ederken.
Sesinde bir çocukla iletişim kurarken olduğunu tahmin ettiğim yapay bir sakinlik vardı.
Önce kaçırılmış, hırpalanmış, aç bırakılmış, öpülmüş ve bir kenara atılmıştım; şimdi de bir çocuk yerine konuluyordum.
"Sakın o ses tonunu bir daha kullanma," diye uyardım onu parmak uçlarımda yükselirken. "Bu evde oturup seni beklemeyeceğim. Önüme atacağın kırıntılara değil dişlerimi geçirebileceğim gerçek bir şeylere ihtiyacım var. Ejder Umman senin için bir sivrisinek olabilir ama gerekirse adanın her bir karışını gezer binlerce sivrisinekle konuşurum. Bir tanesi seni kapıma getirmeye yettiğine göre binlercesi neler yapar dersin?"
Belki bu gece yaşadığım adrenalin yüzünden belki de o bardaki geceden beri gözlerinde görmeme izin vermediği bakış yüzünden karşımdaki adamın gerçekte kim olduğunu unutmuştum.
Tehdidim üzerine kilit vurduğu canavarın mahzenini zorlamıştı. Üstelik onu oraya kapatmasına ben sebep olmamışım gibi mahzenin etrafında dolaşmış; canavarı benimle oynaması için kışkırtmıştım.
Şimdi neredeyse gece kadar siyah olan gözleri iki kara delik gibi gözlerime kilitlenmişti. Canavar kim olduğumu biliyordu, nelere sebep olduğumu da ve beni parçalamak; kemiklerimi bir savaş nişanı gibi boynuna asmak istiyordu.
Dünyam tepetaklak olana dek hareket ettiğini bile görmedim. Bir saniye önce yüzüne bakarken bir sonrakinde kollarım kuvvetle geriye çekildi, bedenim büküldü ve ileriye; yatak odama doğru sürüklendim.
Tutuşundaki demirden sağlamlık az önce nazikçe tenime dokunan adamın istese tek bir hamlede boynumu kırabileceği gerçeğini bir kez daha fark etmemi sağladı.
Yine de ben bir doğal afettim. Bu yüzden ağırlığımı öne verip elinden kurtulmak için her şeyi yaptım: Çırpındım, tırmaladım ve ağzıma yakın olan her uzvunu ısırmaya çalıştım. Beni yoga taytım ve pamuklu atletim ile hareket edemeyeceğim kadar sıkıca bağlayıp yatağıma bıraktığında saçlarım terli yüzüme yapışıp görüşümü kısıtladı.
"Bunun için seni öldüreceğim," dedim nefes nefese.
Sözlerimi ağız dolusu bir küfürle taçlandırmayı düşündüğüm esnada dış kapıdan bir tıklama geldi. İkimizde sesi doğru duyduğumuzdan emin olmak için bir saniyeliğine nefesimizi tuttuk. Bu defa kapım daha güçlü çaldı.
Çığlık atmak için ağzımı açtığım anda avucu yüzüme kapandı. Beni bağlamış olmasına rağmen tutuşu hala hafifti; neredeyse yüzüme hiç baskı yapmıyordu.
“Sakın!" dedi buz gibi bir tonla. "Beni kışkırtmayı sen seçtin. Tüm o tatlılığın ve gözlerin yüzünden büyülenip birçok şeye göz yummuş olabilirim ama bu bir saldırıya karşılık vermeyeceğim anlamına gelmiyor.”
Elinin ağırlığı yüzümden uzaklaştığında ve hala çalmakta olan kapıyı açmak için uzaklaştığında bağırmamamın sebebi bana kim olduğunu hatırlatmış olması değildi. Aklım bozuk bir plak gibi onu büyülediğimi söylediği anda takılı kalmıştı.
Önce açılan kapının sesini ardından ismini hatırlayamadığım ama sık sık apartmanda karşılaştığım yaşlı komşumun sesini işittim.
Ne söylüyorsa sesi oldukça kısık geliyordu. Kesik'in cevabı ise apartman boşluğumda yankılanacak kadar net ve yüksekti.
"Ses için kusura bakmayın, kız arkadaşım sevişirken kendini tutamıyor."
Muhtemelen ellerimdeki ve ayaklarımdaki bağlar kan akışını kesmiş ve kısa süreli baygınlık geçirmeme sebep olmuştu. Bu da zihnimin bir oyunu olmalıydı.
Ama Kesik'in komşumu onaylayan ve konuşmaya devam eden sesi hala netti.
"Ona benim daireme gitmemiz gerektiğini söyledim ama oraya kadar bekleyemeyeceğini söyledi. Regli yaklaşıyor da, hiç olmadığı kadar istekli oluyor bu zamanlarda."
Belki de bana bir uyuşturucu vermişti. Daha önce bazı uyarıcıların halüsinasyon görmeye eğilim gösterdiğini suç dosyalarını inceleyen televizyon şovlarında görmüştüm.
Başka bir onaylamanın ardından kapının kapandığını duydum. Görüşümü kapatan kıvırcık buklelerim yüzümden çekildiğinde Kesik hafifçe üzerime eğilmişti.
Canavar ortalıkta olmamasına rağmen yüzü okuyamayacağım kadar kapalıydı. Yine de elleri saygılı diyebileceğim bir naziklikle saçlarımı parmaklarıyla tarayıp rahatsız bir pozisyonda sıkışan bedenimi yan dönebileceğim kadar çevirdi.
"Ben dönene kadar bağlarını fazla çekiştirme ya da yataktan kalkmaya çalışma. Kendine zarar vermek yerine biraz uyumayı dene, birkaç saat içerisinde bilgilerle birlikte döneceğim."
Dudaklarım sinirle titrerken "Bu yaptığın şey için hayatını cehenneme çevireceğim," diye çıkıştım.
Parmakları yanağımdan çeneme doğru zarif bir yol çizip ayaklanmadan önce sadece "Biliyorum," diye karşılık verdi.
Dış kapının kapanma sesini duyana dek geri döneceğini, beni yatağımda kendi kıyafetlerim ile bağlı bir halde bırakmayacağını düşündüm. Ama dairem içeride benden başka kimsenin olmadığını gösterircesine sessizliğini korudu. Alnımı yatak örtüme bastırıp sinirle bir çığlık attım. Yatak başlığımın arkasındaki duvardan bir gümbürtü yükseldi.Komşum duvarın arkasından "Yeter artık be kadın, biraz sessiz yap şu işi!" diye bağırdı.
O göt herifi öldürecektim.

🎶 Kip Tyler - She’s My Witch





Yorumlar