XII - ‘Şeytan, bazen en çekici kılıkta karşımıza çıkar.’
- Ozge Meral
- 4 Tem
- 11 dakikada okunur
Kız kardeşimi kötü adamların elinden kurtarmaya giderken üzerimde satıcının kesinlikle benim bedenim için uygun görmediği daracık bir kot pantolon ve kalın puntolar ile Bağışla Beni Tanrım, Günah İşledim yazan tişörtüm vardı. Evet, suç dünyasına girerken seçebileceğiniz en iyi takım değildi ama bugün günlerden perşembeydi ve ben geleneksel çamaşır yıkama gününü kaçırmıştım.
Daha önce hiç tahmin etmediğim bir anda kaçırıldığım için olası ikinci bir saldırı adına çantamın içine bir cımbız, bir maket bıçağı ve bolca ped sıkıştırdım. Bir cinayete tanık olmak ve kaçırılmaktan daha kötü olabilecek tek şey sizi kaçıran kişilerden ped istemek zorunda kalmanız olurdu. Üstelik reglim yaklaşmıştı.
Çıkmadan önce birikmiş çamaşırlarımı çamaşır makinesine atıp uzun programda yıkamaya aldım. Görüyor musunuz, ben hatalarından ders alan bir insanım.
Ailemin desteğini reddettiğim ve beş parasız olduğum için küçük işler aldığım gazeteye otobüsle gittim. Gazetenin ve yanındaki iki binanın da sahibi olan patronum paraya güvenlikten bile daha çok önem veriyordu, bu nedenle yarı fiyatına çalışmayı kabul eden ve vaktinin büyük bir çoğunluğunu sarhoş geçiren güvenlik görevlisinin yanından elimi kolumu sallayarak geçtim.
Belemir Konuşkan, kısa kesimli saçlarını her gördüğümde farklı bir renge boyayan; bir dal kadar ince vücudunda haddinden fazla öfke ve iş gücü bulunduran yirmilerinin başında bir kızdı. Dünyaya saf bir nefret bulutu olarak gelmişti.
Geçen yıl çok kısa bir dönem çalıştığım organizatörlük şirketinde fotoğraf çekerken önce pastanın ardından gelinin üzerine düştüğüm ve kaos yarattığım gün hiçliğin içerisinden çıkagelip damadın bir gece önce işi pişirdiği baş nedimeyle olan otel faturasını damadın yakasına iğnelemişti. Böylelikle beni öldürmek isteyen akrabaların ve öfkeden akşam güneşi gibi kızaran patronumun gazabından kurtarıp tüm dikkatleri başka yöne çekmeyi başarmış ve dramatik hayatımdaki yeni başrol kahramanım olmuştu.
Dünya üzerindeki hiçbir canlıya şeytanın vücut bulmuş hali olan kedisi kadar değer vermediğinden nefretini açıkça dile getirmiş ve arkadaşlık teklifimle ilgilenmediğini kabaca dillendirmişti. Ama neon yeşili saçları, dramatik makyajının altındaki nefretle parlayan gözleri ve yarım metrelik boyu ile çoktan ona vurulduğumdan tüm çabalarına rağmen ağzından çıkar her kaba sözü bir demet çiçek gibi karşılamış ve şu havalı zımbalarla adete kendimi ona yapıştırmıştım.
Psikoloğum bu durumu kendi mutluluğum için başkalarının onayına ihtiyaç duymamdan ve patolojik bir şekilde benlik sorunlarımdan kaçmak için gündemime başka projeler dahil etmeme yoruyordu. Ona göre Belemir ailemden sonraki seçtiğim yeni kurbanımdı.
Bazı şeylerin normal olmadığını kabul etmeme rağmen her ay o kadına düzenli ödeme yapan bir otomatik ödeme sistemim vardı. Yani elbette bir sonraki seansı garanti altına alabilmek için önüme yem atması gerekiyordu. Var olan her şey algı ve tepki meselesiyle ilişkiliyken psikolojininde danışanlarını düzenli hale getirmek için bunu kullanmayacağını mı düşünüyorsunuz?
Bir aşk romanı bağımlısı olabilirim ama ben bile arada sosyoloji ve psikoloji alanında okumalar yapıyorum.
İkinci kata çıkıp kapalı ofisleri geçtiğim sırada onu Egemen'in masasında etrafa yayılmış şekerleme kağıtlarının ortasında çalışırken buldum.
Kulağa garip geleceğinin farkındayım ama sözde en yakın arkadaşımın tam olarak ne iş yaptığını bilmiyorum. Haftanın belirli günleri mesai saatlerinden sonra gazeteye gelip rumca ve ingilizce çeviri yapmasının dışında onu birkaç kez barista olarak birkaç kez ise görmemem gereken adamların yanında dolaşırken görmüştüm.
"O Deccal’in veteriner masrafları için fazla mesai mi yapıyorsun?" diye seslendim yanından geçtiğim her masanın üzerine şöyle bir göz gezdirirken.
Parmakları klavyenin üzerinde uçarcasına dolaşırken bakışlarını hafifçe üzerimde gezdirip işine kaldığı yerden devam etti. "Güzel kostüm. Ortadan kaybolduğunda Yehova Şahitlerine mi katılmaya karar verdin? O adamlar takıntılı. Seni uyarmadığımı söyleme."
“Yokluğumu fark ettin demek!" dedim heyecanla yanındaki masanın kenarına tünerken.
"Bloğuna tıklamam ile ilgili rahatsız edici mesajlar almadan ve ana sayfamda anlamsız yükselişlerinin olduğu tweetlerini görmeden birkaç gün geçirince kaçırıldığını düşünmeye başlamıştım aslında."
İnsanların cümlelerindeki ironi dolu benzetmelerin kendi hayatınızın gerçekliği olduğunu fark ettiğiniz bir an yaşadınız mı hiç?
"Aslında yeni bir yazı üzerinde çalışıyorum," diye mırıldandım dikkatini asıl ilgilendiğim noktaya çekmek için. "Bunun içinde biraz araştırma yapmaya ihtiyacım var. Bana bu adada olup biten her şeyi bilen adamlardan biriyle bir görüşme ayarlayabilir misin?" Öne doğru eğilip sesimi olabildiğinde alçalttım. "Şu...kötü adamlardan biriyle.”
Belemir, İrlanda masallarından çıkma küçük bir peri gibi görünmesine rağmen kimsenin kolay kolay dillendirmediği ormanın derinliklerinde yaşayan Bansheelerden tutunda, vahşi pookalara kadar herkesi tanırdı. Onu daha önce defalarca gazetede haberlerini yaptığımız insanlar ile ilgili bilmesi mümkün olmayan şeyler yumurtlarken ve birkaçıyla görüşürken yakalamıştım. Kesik’in fotoğraf makinemde bulup beni acımasızca sorguladığı eski patronumun yanındaki işe girmeme vesile olan bile oydu.
Aniden ışıldayan bakışları artık tüm ilgisinin bende olduğunu gösterircesine yüzümde asılı kaldı. "Bu sana pahalıya patlayacak.”
Kimi aradığımı sormadı; neden aradığımı sormadı; neredeyse 2 haftadır ortada olmayışım umurunda bile değildi. Yalnızlığım ilk kez gözüme o kadar da rahatsız edici gelmemeye başladı.
Başımı isteği ne olursa olsun kabul edeceğimi gösterircesine hızla salladım. Açık paketlerin içerisinden bir avuç dolusu ekşili jelibonu ağzına atıp –yüzünü bile buruşturmadan- keyifle çiğnerken önündeki müsveddelerden birine bir adres karalamaya başladı.
Parmaklarındaki şeker izlerinin lekelediği kağıdı önüme doğru ittiğinde ilk dikkatimi çeken adresin neredeyse şehir dışına yakın bir noktada oluşu oldu. Otostop çekmek zorunda kalmak istemiyorsam önümüzdeki üç saati iyi değerlendirmek zorundaydım.
"Ejder zararsızdır ama onun yanında ne söylediğine çok dikkat et, sen daha adımını dışarıya atamadan kuşları haberini tüm adaya taşımaya başlar.”
"Teşekkür ederim," dedim adresin yazılı olduğu kağıdı katlayıp gitmek için ayaklanırken. "Karşılığında istediğin her ne ise söylemen yeter.”
Siyah oje ve bileklerinde onlarca zincir aksesuar olan elleriyle havayı kışkışladı. "Hakkımı şimdilik saklı tutacağım. Ve Eftalya," diye seslendi ofisten çıkmak üzereyken. Sesinde neşeli bir tını vardı. "Ejder'e selamlarımı ilet."
Belemir'in beni yönlendirdiği adres indiğim duraktan on beş dakika yürüme mesafesinde, bozuk bir ara yolun hemen kenarındaki küçücük bir pubtı. Etrafta tıpkı yol gibi vahşi bırakıldığından ışıklandırmalar olmasa içeride bir şey olduğunu asla fark edemezdim.
Zemine gömülü taşlar beni küçük ahşap bir kapıya yönlendirene dek dört bir yanı çevreleyen vahşi bitki örtüsünün içerisinde ilerledim. Ne güvenlik ne de etrafta burada ne işim olduğunu sorgulayan birileri vardı. Emin olamayarak bir kez daha elimdeki adresin yazılı olduğu kağıdı kontrol ettim.
Seven Devil. Ejder Umman.
Derin bir nefes alıp omurgamı elimden geldiğince dikleştirdim ve kendime tehditkâr bir imaj vermeye çalıştım. Ama bu hareketim tişörtüme baskı yapan göğüslerimi daha da ortaya çıkarmak dışında hiçbir işe yaramadı. Pekala, belki de göğüslerimi bu işin dışında tutmalıydım.
İçeriye adım attığımda burnuma ilk çarpan bira mayası ve tütün kokusu oldu. Sarı ışıklandırmanın altında küçük mekanın bir duvarı boyunca bar masası uzanıyor; bar masasının etrafındaki taburelere tünemiş birkaç orta yaşlı, göbekli adam gürültüyle biralarını yudumlayıp sohbet ediyorlardı.
Küçük alanın bir köşesi kimsenin uzun zamandır oynamadığını gösteren ıssız bir bilardo masası ile doldurulmuştu. Mekanın iki yanına yerleştirilmiş eski usul hoparlörden ise cızırtılar eşliğinde Johnny Cash'in Hurt parçası yankılanıyordu.
Anlam veremeyerek etrafta tehlikeli bir uyarıcı aramaya çalıştım. Siyah Giyen adamlara bile razıydım. Barın arkasında servisle ilgilenen barmen varlığımı fark edip "İyi akşamlar," diye selamladı beni.
Gayri ihtiyarı bara doğru yaklaşıp bakışlarımı ensesinde sıkıca topladığı kumral saçlarında ve yakışıklı yüzünü çevreleyen kirli sakalında gezdirdim. "İyi akşamlar. Ben, Ejder Bey ile görüşmeye gelmiştim aslında. Kendisi müsait miydi?"
Barmen sarı ışıklandırmanın altında neredeyse doldurduğu biralar kadar açık renk gözleriyle baştan aşağıya bedenimi süzüp yüzündeki davetkar gülüşü bir an olsun bozmadan "Elbette," dedi. "Kim arıyor diyeyim?"
Omzundaki lekeli havluya kaçamak bir bakış fırlattım. Bir zamanlar beyaz olmalıydı. Acaba en son ne zaman gerçekten yıkamışlardı?
"Ben Eftalya. Belemir Konuşkan beni Ejder Bey'e yönlendirdi aslında." Bar tezgahına dokunmamaya özen gösterip hafifçe öne doğru eğildim. "Selamını iletmemi istedi."
Barmenin dudakları dillendirdiğim isimle birlikte gerilip dümdüz bir çizgi halini aldı. Ardından neredeyse acıma diyebileceğim bir ifadeyle başını sağ tarafıma doğru eğmekle yetindi.
"Demek seni Belemir gönderdi."
Ses bulunduğum noktanın iki tabure yanında oturan adamdan yükselmişti. Başımı çevirdiğimde beni kırklı yaşlarının sonuna yaklaşmış, gömlek düğmelerini geren geniş göbeğiyle oldukça kısa boylu bir adam karşıladı.
Adamın saçları tepeden seyrekleşmeye başlamış ve zaten açık olan alnıyla arasında ince bir saç çizgisi bırakmıştı. Tombul alt dudağının üzerinde ince bir bıyık ve etli burnunun üzerinde de renkli camlı bir gözlük takılıydı. Bir suçludan daha çok orta yaş sendromu yaşayan emekli bir yerliye benziyordu.
"Merhaba Ejder Bey. Evet, beni Belemir gönderdi. Sizinle bir konu hakkında görüşmem gerekiyordu," dedim olabildiğince sevimli bir ifadeyle.
"O aşüftenin borcunu sen ödeyeceksin o halde, hay hay."
Sevimli gülümsemem dudaklarımdan buhar olup uçuverdi. "Borç mu?”
Birasından höpürdeterek büyük bir yudum alıp elinin tersiyle çenesine doğru akan bir damlayı sildi. Bu insanların temel hijyen kurallarından hiç mi haberi yoktu?
"Benden aylar önce aldığı ve asla geri ödemediği borç. Bu bölgeye gelmemesi gerektiğini bildiğinden de seni gönderdi demek ki. Ee, yedi bin sterlini nakit mi ödeyeceksin?”
Çenem yer çekimine maruz kalmış gibi aşağıya düşerken aklımda Belemir'in uğursuz sözleri yankılandı: ‘Bu sana pahalıya patlayacak.’
"Ejder Bey bir yanlış anlaşılma var muhtemelen. Benim yedi bin sterlinim yok. Aslında hiç sterlinim yok. Kiramı Türk Lirası olarak ödüyorum ve banka hesabımda da muhtemelen sadece iki Big Mac menü alabilecek kadar para var. İsterseniz size yemek sipariş edebilirim.”
Korku bazı insanları mantıklı kararlar almaya itebilirdi ama bende yalnızca çenemin daha da çok açılması ile vuku buluyordu.
Ejder Umman söylediğim hiçbir şeyi komik bulmadığını gösterircesine tombul ellerinden birini bar tezgahına indirdi ve taburesinden aşağıya indi.
Boyu neredeyse benimle eşti ancak cüssesi onu olduğundan daha büyük gösteriyordu. İki büyük adımda kişisel alanımı ihlal edecek kadar yakınıma geldi.
Bir adım geriye doğru çekilirken ellerimi bariyer olması için aramıza doğru uzattım. "Bakın," dedim en makul sesimle. "Belemir beni hiç sevmez. O deccal kedisi dışında kimseyi sevmez aslında. Biz yalnızca aynı yerde çalışıyoruz. Hiçbir kan bağımız yok." Üzerime doğru gelmeye devam ettiği için "Arkadaşlık bağımızda yok," diye ekleme ihtiyacı duydum.
"Ben borcumu tahsil ettiğim sürece kim olduğun umurumda bile değil, hayatım," dedi bal kadar tatlı bir tonlamayla. Yemin ederim bir daha hiçbir emekliye aynı gözle bakmayacaktım.
Sırtım nihayet bir duvara dayandığında ve gidecek daha fazla alanım kalmadığında yardım bulabilmek için telaşla etrafıma bakındım. Barmen olan hiçbir şey umurunda değilmiş gibi tezgahta bira bardaklarını o kirli havlusu ile kuruluyor – iğrenç- ve barın içindeki emekli görünümlü her adam çatık kaşlarıyla sergilediğimiz şovu izliyordu.
Ejder Umman, tombul elini ileriye doğru uzattığında darbeden kaçmak için korkuyla sinip gözlerimi kapattım. Ancak tek hissettiğim artık omzumda ağırlığını hissetmediğim çantamın yokluğu oldu. Gözlerimi araladığımda çantamın içini karıştırdığını ve ışıkta daha iyi görmeye çalıştığı pembe ambalajlı bir pedi havaya kaldırdığını gördüm.
Acilen bir plana ihtiyacım vardı. Belki bunun farkındalığı belki de hala elindekinin ne olduğunu anlamaya çalıştığı görüntü beni geçenlerde okuduğum bir romanın sahnesine götürdü.
Karanlık Lordun Tutsak Gelini kitabında Elizabeth bir köylü topluluğun kendilerini felaketten koruduklarına inandıkları Lorda her yıl hediye ettikleri bakire gelinlerden biriydi. Ancak Elizabeth bakire olmadığı gibi cesur da bir genç kadın olduğu için Lord onu öldüremeden bir şekilde yatağına giriyor ve ardından Lorda hamile olduğunu ve adamın varisini taşıdığı yalanını söylüyordu. Regl olduğunu adamdan saklamak içinse sürekli kendini yaralıyor ve kanlı bezlerini adama sakarlıklarının getirileri olarak açıklıyordu. Kulağa öyle çok mantıklı gelmediğinin farkındayım ama Lord kitabın sonunda Elizabeth'e aşık olduğundan sorun kısmen çözülüyordu.
Hiç çok aptalca bir şey yapacağınızı hissettiğiniz bir an oldu mu? Bunun için çok pişman olacağımı bilmeme rağmen dudaklarımdan çıkan kelimelere ket vuramadım: "Ben hamileyim. Hem de ikiz.”
Ejder Umman, Hello Kity baskılı yara bandı kutumu ayaklarının dibine doğru düşürdü. Renkli camın ardındaki gözleri doğrudan Bağışla Beni Tanrım, Günah İşledim yazan tişörtümü geren büyük göğüslerimde ve hafifçe pantolonumu zorlayan ayva göbeğimde gezindi. İstesem bile daha iyi bir tişört seçemezmişim.
"Bebeklerimin babası olacak adamı arıyorum," diye sürdürdüm yalanımı. Şimdi sesimi hafifçe titretmem ve mağdur kadını oynamam gerekiyordu. "İsmi Kesik; odukça uzun boylu, yapılı, daima takım elbise giyiyor ve saçları neredeyse sıfıra vurulmuş kadar kısa. Delici kahverengi gözleri var. Bazen ışıkta sütlü kahve oluyorlar.”
Şovumu desteklemek ister gibi yediğim tatlılarla şişmiş göbeğimi sevgiyle okşadım. "Bizi arkasında bıraktı ama bu çocuklara onsuz bakamam. Ekonomi ortada. Hiçbir mal varlığım yok. Üstelik tek çocuk değil, ikiz! Bezlerin ne kadar pahalı olduğunu biliyor musunuz siz? Ya mamalar? Çocuklarım aç kalacak.”
Barın arka tarafından birisi "Kız haklı," diye mırıldandı.
Başka bir ses "Bence aç kalmazlar, kıza baksana," diye karşılık verdi.
Asılan suratımla Ejder Umman'ın omzunun üzerinden "Bunlar ödem beyefendi!" diye seslendim.
Ejder Umman, elindeki çanta sanki onu yakmış gibi yere attığı eşyalarımı hızla toplayıp çantamın içine yerleştirdi ve bana dokunmaktan korkar gibi parmaklarının ucuyla çantamı geri teslim etti.
Belki de hamile kadınlar için pekte hijyenik bir vücut bütünlüğüne sahip olmadığının farkındaydı.
"Bak hayatım, burası tarafsız bölgelerden biri," dedi geriye doğru adımlar atarak aramızdaki mesafeyi açarken. "Ve ben böyle kalmasını istiyorum. Sırtlanlardan kimseyi mekanımda istemiyorum. Mümkünse şehrimde de. O yüzden bir an önce buradan gitsen iyi olur.”
Yüzümdeki şaşkın ifadeyle "Sırtlanlar mı?" diye tekrar ettim. Öne doğru bir adım attığımda Ejder Umman ona yakın olma fikrime tahammül edemiyormuş gibi daha da geriledi.
"Mekanımdan bir an önce gitmeni istiyorum. Mümkünse buraya geldiğini unut.”
Birinin bana mantıklı bir açıklama yapmasını umarak araştıran gözlerle etrafıma bir kez daha bakındım ancak cana yakın barmen bile benimle göz göze gelmek istemiyor gibiydi. Yalnızca Kesik'in adını dillendirmiştim ve şimdi herkes benden vebalıymışım gibi uzak duruyordu.
"Peki ya Belemir'in borcu?" diye sordum boş bulunup.
"Ödendi say.”
Kimdi bu adam?
İç sorgulamamı bir kenara bırakıp Ejder Umman ya da bir başkası gitmeme engel olmadan kucağımda can simidi gibi tuttuğum çantamla pubın içinden çıkıp sık sık arkamı kontrol ederek ana yola kadar hızla koşuşturdum.
Kız kardeşimin kayboluşu için annemlerden istediğim sürenin yedinci saatini geride bırakıp otostop çekmek zorunda kalmadan evimin yolunu tuttuğumda elimde bir puzzle’ın küçücük parçası dışında hiçbir şey yoktu.
Kendilerine Sırtlanlar diyen bir gruba mensup tetikçi tarafından kaçırılmış, güzelce öpülmüş ve serbest bırakılmıştım. Şimdi kız kardeşim ortada yoktu ve ben muhtemelen erken yaşta gebeliği onaylamayan bir grup emekli suçlunun önünde o tetikçiden hamile olduğumu söylemiştim. Hem de ikiz.
Belki de annem geleceğim için endişelenmekte haklıydı. İstesem bile bundan daha kötü bir hale getiremezdim.
Yorgun argın dairemin kapısını açıp holün ışıklarını açmadan ayakkabılarımı öfkeyle çıkarıp sürünürcesine salona doğru yürüdüm. Parmaklarım duvardaki ışık düğmesini açtığı esnada "Beni aradığını duydum," dedi tanıdık, tok bir ses.
Bir çığlık eşliğinde elimdeki çantamı sesin sahibine doğru fırlattım. Kesik, rahatça oturmakta olduğu koltuktan kalkmasına bile gerek kalmadan çantamı tek hamleyle yakalayıp oturduğu yerin yanına, Yakışıklı Milyonerin Kollarında kitabımın yakınına koydu.
Üzerinde imzası haline gelen koyu takım elbisesi ve kar kadar beyaz görünen gömleklerinden biri vardı. Bilinçsiz bir şekilde hangi çamaşır deterjanını kullandığını merak ettim; benim çamaşırlarım asla böyle parlak görünmüyordu.
Delici koyu bakışları ayak tırnaklarımdan başlayıp yavaş yavaş yukarıya doğru tırmandı ve tişörtümün önünde gereğinden fazla duraksadı.
"Bu benim sana diz çök dediğim kısım mı olacak, Eftalya?”
Sesindeki boğuk şehvani ton ucunda elektrikli bir iletken varmış gibi göğüslerimde patladı. Göğüs uçlarım hiçbir yanılsamaya yer bırakmayarak dikleşip iki işaret çubuğu gibi karşıyı gösterdi.
Gerçekten mi? Tam şu an da mı?
Işığı açtığım süreçten beri algım ancak açılmış olacak ki kan yeniden beynime nüfus ettiğinde nihayet mantıklı bir tepki gösterdim.
"Evime izinsiz mi girdin? Adam kaçırman ve insanları öldürmen yetmiyormuş gibi bir de hırsızlık mı yapıyorsun?”
Kesik'in dudaklarından neşesiz bir gülüş firar etti. Ardından oturduğu koltuktan zarifçe kalkıp devasa cüssesiyle neredeyse tüm salonumu doldurdu. İçimdeki boy takıntılı yan bir taburenin üzerine çıkmak için can atıyordu.
Bana doğru bir adım attığında ayakkabılarını çıkartmadığını fark ettim. Bu erkeklerin hiçbiri hijyen nedir bilmiyor muydu?
İşte size ölüm fermanımın okunuşu. Zira Kesik beni öldürmese bile ben utançtan kendimi öldürecektim.
Yüzüm hiç olmadığı kadar kızarırken yapabildiğim tek şey ardına dek açtığım gözlerimle gittikçe yüzüme yaklaşan yüzüne bakmak oldu.
"Hiç okula gitmedim ama temel biyoloji kurallarını bilecek kadar bilgi sahibiyim." Sesi bir sırrı paylaşır gibi gizem ve vaat doluydu. "Bir çocuk sahibi olabilmemiz için –suni döllenme olmayacaksa- penetrasyona ihtiyacımız var. Yani istesem bile seni sadece öperek hamile bırakamam.”
Lanet Stockholm Tanrıları!
Hayal ettim; onu benimle penetrasyon yapabileceğimiz birkaç farklı pozisyonda çıplak, sıcak ve terliyken hayal ettim.
Belki tekleyen nefesimden belki de mümkünmüş gibi daha da kızaran tenimden ne düşündüğümü anladı. Kalın kaşlarının altındaki kahvelikleri tıpkı bu akşam bahsini ettiğim gibi rengini açıp sütlü kahveye döndü.
Tüm sertliğine rağmen gözleri hiç olmadığı kadar yumuşatıyordu ifadesini.
"İşleri öyle zorlaştırıyorsun ki.”
Tenime çarpan nefesiyle derin bir uykudan uyanır gibi kendime geldim. Uzuvlarımı kullanabileceğimi yeni hatırlamışım gibi avuç içlerimle kaya gibi sert göğsünü itip üzerimde kurduğu hakimiyeti kırarak bedeninden uzaklaştım.
"Ben mi zorlaştırıyorum? Kız kardeşim ortada yok! Sekiz koca gündür kimse ondan haber alamıyor. Neden biliyor musun? Çünkü silahlı saldırıya uğradığımız gün bana gelmiş." Sesim her cümlemle birlikte bir oktav daha yükseliyordu. "Ne yapmamı bekliyordun?”
Onu bıraktığım yerden bir adım uzaklaşmadan tehditkar bir duruşla bana doğru döndü.
"Mantıklı davranmanı bekliyordum. Neyin içine sürüklenebileceğinin farkında bile olmadan sokaklara düşüp insanlara benimle bağlantın olduğunu söylememeni bekliyordum.”
İfadesindeki sertlik sözleriyle birleşince bir bıçak gibi boğazıma dayandı. Yine de geri adım atmanın çok uzağındaydım.
"Kız kardeşim kayıp ve burada durup seninle daha fazla kavga etmeyeceğim. Seni bulmam gerekiyordu ve buldum.”
Bu defa ona doğru giden ben oldum. Başımı kaldırıp kararan ifadesine korkusuzca karşılık verdim.
"Daha önce bana insanları bulabildiğini söylemiştin," dedim tüm sükunetim ile. Bakışları ne söyleyeceğimi biliyormuş gibi boşlukta sallandı. İfadesi konuşabilseydi yapmamam için binlerce sebep sayabilirdi ama ondan önce davrandım.
"Kız kardeşimi bulman için seni kiralamak istiyorum."





Yorumlar