top of page

III- ‘Her suç, bir iz bırakır.’

  • Yazarın fotoğrafı: Ozge Meral
    Ozge Meral
  • 28 Haz
  • 5 dakikada okunur

Bir kadın yüksek sesle şarkı söylüyordu. Kadının sesi güzel olmasına rağmen öylesine

akşamdan kalma gibi hissediyordum ki problemli ev arkadaşıma müziğin sesini kısması için çıkışmak üzere homurdanmaya başladım.


"Günaydın uykucu!”


Bal kadar tatlı, zehir kadar keskin sesin alaycı hitabıyla algılarım tamamen açıldı: Evimde

değildim. Müziği açan da geçen ay en sevdiğim tişörtümle birlikte televizyon setimi de çalıp

kayıplara karışan eski ev arkadaşım değildi. Karanlık bir arabanın arka koltuğunda, döküntü

bir ara sokakta kendi silahı ile vurduğum katilin yanı başındaydım. Görünüşe göre hedefi

tutturamamıştım.


Sporda hiçbir zaman iyi olmamıştım zaten.


Karmakarışık bir yumak halinde terli yanaklarıma yapışan saçlarımı yüzümden çekmek istediğim sırada sağ elimin cam kenarındaki tutacaklardan birine kelepçeli olduğunu fark ettim. Mide bulandırıcı bir renge bürünmüş sol elimse tüm azametiyle bitmek üzere olan parfüm şişemin etrafına bana oldukça tanıdık gelen bir kumaş parçasıyla sıkıca sarılıp, sabitlenmişti.


Bakışlarımı aşağıya eğdiğimde kazağımın kalın bir şerit halinde kesilmiş parçasıyla karşılaştım. Bileğimdeki korkunç deformasyon dışında saldırıya uğradığımı gösteren başka hiçbir kanıt yoktu.


Ben baygınken pantolonumu sıyırmış olması mümkün değildi çünkü bu pantolona boş

mideyle bile girebilmek için en az on beş dakika uğraşırdım. Restoranda kimliğimi gizlemek

için yediğim onca aparatiften sonra çıkıntı yapan göbeğim ise içine girdiği pantolonun sınırlarından çıkabilmek için her şeyi yapabilecek bir haldeydi.


Dikkatli bir şekilde doğrulup direksiyon başındaki adamı görebileceğim kadar pencere

kenarına kaydım. İçinde bulunduğum durumu analiz etmek adına yapacağım her hamle

radyoda çalan şarkıya eşlik eden ses nedeniyle algılarımı birkaç saniyeliğine kör etti.


“Sen şaka mı yapıyorsun? Beni dövdüğün, kaçırdığın ve kelepçelediğin yetmiyormuş gibi

orada oturup salak bir Jaz şarkısına eşlik mi edeceksin? Kamera şakası falan mı bu?”


Profilden görünen yüzündeki kara kaşları duydukları hoşuna gitmemiş gibi çatıldı.

"Arka planda saksafon duyuyor musun? Ya da piyano? Blues ile Jaz birbirine çok fazla

karıştırılır. Köken olarak çıkış noktaları aynı olsa da müziği kullanış şekillerinde temel bir

farklılık vardır; ritim. Müziği yalnızca ses olarak görmeye devam ettiğin sürece aradaki farkı

asla anlayamayacaksın. Ayrıca daha dikkatli olsaydın koltuğun üzerindeki albümü fark

edebilirdin.”


Karanlığa alışan gözlerimi yolcu koltuğuna çevirdiğimde kol çantamın ve kırık fotoğraf

makinemin hemen yanında duran renkli baskılı albüm kapağı görüş alanıma girdi.


Aman ne güzel!


Kaçırıldığım yetmiyormuş gibi bir katil tarafından müzik hakkındaki bilgisizliğim acımasızca eleştiriliyordu. Adam spotify hesabımı görse kalp krizi geçirirdi herhalde.


Problemimin öznesi olan kişinin mesleğini hatırlamamla içinde bulunduğum histerik ruh

haline hızlı bir geri dönüş yaptım.


“Kimsin sen? Beni nereye götürüyorsun? Ailem çoktan kaybolduğumu fark etmiştir. Peşine

kimsenin düşmeyeceğini mi sanıyorsun? O barın her yerinde güvenlik kameraları vardı.

Senin yüzünde en az benim yüzüm kadar net bir şekilde polislerin eline geçmiştir bile.

Küçücük bir adada nereye kadar kaçabileceğini düşünüyorsun?”


Karanlığın içindeki silueti sabit kalırken bakışları dikiz aynasından hiddetli bakışlarımla

buluştu.


"Bu gece bu ettiğin ikinci küfür. Saygıya senin fotoğraf makinene verdiğin değerden daha

çok önem veririm. Ama uyandığından beri girdiğin şu saldırgan ruh hali beni oldukça geriyor. Ve gerildiğimde ne olduğunu bilmek ister misin?” Gözlerinde rahatsız edici bir ışık yükseldi. “Karnım acıkır.”


Başı dikiz aynasından keskin dişlerini görebileceğim kadar yükseldi. Gülümsemesi

sıcaklıktan tamamen uzaktı.


Oturduğum cam kenarında yok olmak istercesine sinerek küçülmeye çalıştım. Yine şu kuzu ve onu ham yapmak isteyen kurt masalına geri dönmüştük. Ve itiraf etmek istemesemde

gerçekten korkmaya başlamıştım. Nihayetinde kanibalizm varlığı kanıtlanmış bir gerçekti.


İçinden geçtiğimiz arazinin uzak ucunda ışıkları yanan bir ev dikkatimi çekti. Bir elim kelepçeli diğeriyse kullanılamaz durumdayken arabanın kapısını nasıl açacağıma kafa yorduğum esnada arabanın içerisinde neşeli bir melodi baş gösterdi. Bu hasta ruhlu adam benimle resmen oynuyordu.


Merhaba küçük kız, elveda küçük kız

Ben senin bildiğin türde bir adam değilim, küçük kız

Seni sadece ağlatacağım, küçük kız

Bela, bela, bela, bela, bela, benim ikinci adım


Aptal şarkı sinirimi harlı bir ateş gibi kaynatırken sakinleşmek ve buradan kurtulmak için mantıklı çıkarımla yapmaya odaklandım.İçinde bulunduğum araç saatte 90 kilometre hızla bilinmezliğin ortasına doğru gidiyordu.


Görüş alanımdaki her açı karanlığın esaretinde kaldığından ne nerede olduğumuzu ne de

nereye gittiğimizi kestiremiyordum. Yanımda kendimi koruyabileceğim bir silah olmadığı gibi

iki işlevsiz elle bulacağım silah üzerinde de yeterli yetkinliğe sahip olamayacaktım.


Bir an izlediğim onlarca aksiyon filminin getirisiyle direksiyona doğru atılmayı düşündüm. O kaza yapmamak için direksiyonu kırarken muhtemelen bir ağaca çarpar ve nihayetinde dururduk. Şayet çarpışmanın şiddeti istediğim ölçütte olursa muhtemelen bu onu benim kelepçelerden kurtulup yanından uzaklaşabileceğim kadar meşgul tutardı. Ama bu dahiyane planın birkaç kör noktası da mevcuttu: Örneğin kazanın şiddetini belirleyemeyeceğim gibi o kazada ölüp ölemeyeceğimi de seçemiyordum.


Kaldı ki onu yaralasam bile bu kelepçeden kurtulamayabilirdim. Zihnimde bağlı olduğu

kelepçelerden kurtulmak için parmaklarını kıran bir kitap karakterinin görüntüleri canlandı.

Sol bileğim kendini hatırlatmak ister gibi sızlarken bir kırık el iki kırık elden daha iyidir, diye

düşündüm.


Pozitif enerjinin daima pozitif sonuçlar doğurduğunu söyleyen, kafayı yoga matının üzerinde saatlerce meditasyon adı altında kıpırdamadan oturmakla bozmuş iş arkadaşım Armi bu halimi görse muhtemelen gururdan göğsü kabarırdı.


Başımı kelepçeyle asılı kolumun yumuşak etine yaslayıp odağımı da bakışlarımı da sorunumun ana kaynağına yönelttim. Gerçekçi olmayan her kaçış hamlem beni hali hazırda elimdeki asıl sorundan uzaklaştırıyordu. Bu adam beni bir sebep için yanına almıştı.


Barda gördüklerimden sonra yumuşak kalbinin merhametine inanacak değildim. Aklı başında medeni bir adam gibi görünen bütün tavırları postunun altındaki gerçek kimliğini

kamufle etmek içindi. Böylelikle aramıza karışıyor, bizden biriymiş gibi davranabiliyordu.

Oysa dikkatli baktığınızda kabuğundaki çatlakları gözden kaçıramazdınız.


Oturduğum yerden görünen boynu ve direksiyona uzanan kolları ağaç gövdesi kadar kalındı. Koltuğu olabildiğince geriye çekmiş olmasına rağmen uzun ve iri yapısı aracın içinden

taşacakmış gibi bir hava veriyordu. Hangi akla hizmet bu adamı bir yumrukla devirebileceğimi düşünmüştüm?


Yalnızca çıkmakta olan sakalların hafif gölgesi ile yıkanan yüzü temiz, gölgede kalan kısık bakışları hedefine kilitlenmiş bir avcı edasında önündeki yola odaklıydı. Çenesi bu açıdan öyle keskin görünüyordu ki aramızda samimi bir arkadaşlık olsa parmağımı çenesini sürüp elimi kesmiş gibi yapardım.


"Kimsin sen?" dedim bu defa histeriden tamamen uzak, nazik diyebileceğim bir tonla.


Sesimdeki nezaket sorunun ağzımdan kontrolsüzce çıkışı kadar şaşırmama sebep oldu.

O da bendeki değişimi algılamış olacak ki sesindeki zehrin dozunu azaltarak cevap verdi.


"Yargıç, Tanrının Gazabı, Yahudilerin Golem'i. Seç istediğini. İnsanlar bana isim takmaya

oldukça meraklı."


Burnumdan kaba bir ses çıkardım. "Ne yani kimse katil demeyi akıl edememiş mi?”


"İnsanlar süslü lafları sever. Beni onların canını almaya gelen paralı bir asker olarak görmek

yerine çamurdan yaratılmış ürkütücü bir yaratık olarak görmeyi tercih ediyorlar. Onlar için ne

kadar ulaşılmaz ve bilinmez olursam karşımda gösterdikleri dirençsizliği ve tadacakları

ölümü daha...kabul edilebilir buluyorlar muhtemelen.”


Öyle kendinden emin ve doygun bir şekilde konuşuyordu ki sesini alıp bir başka vücuda

yerleştirsek kolayca üniversitede dersime giren hocalardan biri sanılabilirdi.


"Bana gizemli bir yaratık gibi görünmüyorsun. Yalnızca insanların canını yakarak güçlü olduğunu hisseden ve sahip olduğu tek şey bu güç olduğu için insanların canını yakmaya

devam eden hasta ruhlu onlarca adamdan biri gibisin.”


Gölgeler altındaki yüzünde eğlendiğini belli eden bir ifade belirdi. "O halde sende gece yatağının altını ya da dolabının içini kontrol etme gereği bile duymayan şu cesur kızlardansın.”


Pekala, daha dün gece karanlıkta şekiller gördüğüm için ışığı iki kez açıp odamın her yerini

kontrol ettiğimi ona söyleyecek değildim.


"Bunları sana soruyorum çünkü polisler bizi bulduğunda onlara vereceğim ifademin tam

olmasını istiyorum.”


Bu defa beni yanıtsız bırakıp hızını düşürerek ana yoldan ayrılıp toprak bir yola saptı. Başımı

hızla yanından geçmekte olduğumuz ağaçların gölgeliklerine çevirip herhangi bir tabela ismi

görmeye çalıştım. Nerede olduğumu bilirsem kaçtığımda nereye gitmem gerektiğini de

bilebilirdim.


Ama bilinmezliğin ortasına yaptığımız yolculuk nihayet farların aydınlattığı iki katlı ıssız

görünümlü evin önünde son bulduğunda nerede olduğumuza dair tek bir fikrim bile yoktu.

Evden çıkmıyor oluşumun ceremesini eninde sonunda çekeceğimi biliyordum.


Sanki bütün ön koltuğu kaplamıyormuş gibi cüssesinin aksine zarif bir hareketle dönüp

muhtemelen en kötü halimden bile daha kötü görünen yüzüme huzurlu diyebileceğim bir

ifadeyle baktı. "Şimdi içeriye gireceğiz ve seninle tam şu an hayatta kalmana sebep olan şey hakkında konuşmaya başlayacağız.”


Sözlerine yüzümdeki anlamaz ifade ile karşılık verdim. "Seni vurmamdan mı bahsediyorsun? Sahi nasıl seni vurmuş olmama rağmen sanki kurşun geçirmez gibi orada rahatça oturmaya devam edebiliyorsun? Kanadığını gözlerimle gördüm.”


Bakışlarımı takım elbisesinin altında kalan göğsünü görebilecekmiş gibi gövdesinde

gezdirdim. Nihayetinde doğa-üstü yaratıkları fark edebileceğim kadar çok paranormal kitap

okumuştum.


Sanki karşısında küçük bir çocuk varmış gibi cık cıklayarak başını hafifçe iki yana salladı. Gözlerindeki karanlık vaat bağlı olduğum kelepçeden kurtulmak için parmaklarımı kırmayı bir kez daha düşündürdü.


"Bu gece yaptığın yaramazlıkların hesabını sonra göreceğiz. Şimdi ise uslu bir kız olup bana

Interpolun kara listesindeki en önemli adamla olan ilişkini anlatacaksın, Eftalya.”





🎶 Bobby Vinton - Trouble is My Middle Name

Yorumlar


YENİ BÖLÜM BİLDİRİMLERİ İÇİN ŞİMDİ KAYIT OL!

© 2035 by The Book Lover. Powered and secured by Wix

bottom of page